ANTIGONE’LER: ANTİK, VAROLUŞÇU VE EPİK

Öykü Gürpınar – 20.12.2010

Yakın dönemde Türkiye Tiyatrolar Birliği’nden ayrılarak kendi yerellerinde, demek İstanbul’da tiyatral örgütlenme arayışını sürdüren Tiyatro Boğaziçi, Atölye Tiyatro Topluluğu, Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü, Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları, Deneysel Sahne, İstanbul Üniversitesi Drama ve İTÜ Taşkışla Sahnesi tiyatro topluluklarının organizasyonunda 18-19 Aralık tarihlerinde “Üç Antigone: Sophokles, Anouilh, Brecht Semineri ve Atölyesi” gerçekleştirildi. Etkinliğin temel amacı, klasik bir tragedyanın çağdaş yorumlarını ve bu yorumların arkaplanlarını inceleyerek okuma tiyatrosu formunda bir uygulamayla farklı dramaturjik yaklaşımların karşılaştırılması olarak açıklanabilir.

Birinci Gün: Antigone’nin Zaman ve Mekanda Yolculuğu

Etkinliğin ilk gününde öncelikle Boğaziçi Üniversitesi Çeviribilim Doktora Programı öğrencisi Burç İdem Dinçel, “Üç Antigone: Üç Trajik Önerme” başlıklı sunumu gerçekleştirdi. Sophokles’in Antigone metninde tanrılara bağlı olarak gerçekleşen metafiziksel bir çatışmanın varlığına dikkat çeken Dinçel, iki trajik kahramanın farklı tanrıların izinden giderek trajik yıkımlarına ulaştıkları yorumunda bulundu. Buna göre Antigone’de sıklıkla yorumlandığı haliyle devlet yasaları ile tanrı yasalarını karşı karşıya getiren değil, iki tanrıyı (Kreon’un takip ettiği Zeus ve Antigone’nin takip ettiği Hades) karşı karşıya getiren bir yapısı bulunuyor. Bu bağlamda Dinçel, metnin temel önermesinin de Sophokles’in Oedipus Kolonos’ta oyununda geçen “en iyisi hiç doğmamış olmak, ikincisi de hemen ölmek” olabileceğini belirtiyor. Dinçel’in sözleriyle de ekleyecek olursak, “insanın istenmediği bir dünyada asıl yıkım yaşamaktır”.

İkinci olarak şair ve yazar Ahmet Bozkurt, “Varlığın Açıklığında Antigone” başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. Sunumunun başında “Neden 20. yüzyılda tragedya üretilemiyor?” sorusunu soran Bozkurt, Anouilh’nin Antigone uyarlaması ile bir tragedya üzerinden bu soruya cevap aradı. 20. yüzyılda yaşanan iki büyük savaşın yarattığı yıkım ve bu yıkım karşısında anlamsızlaşan hayatın tragedyanın kendisi haline geldiğini belirten Bozkurt, Anouilh’nin Antigone yorumuna da bu çerçevenin eşlik ettiğini vurguladı. Antigone, bu uyarlamada antik bağlarından koparılarak modern hayata taşınıyor ve ölme nedeni anlamsızlaşsa dahi ölmekten vazgeçmemesi ile varoluşun anlamını sorgulayan bir karaktere dönüşüyor.

Üçüncü olarak Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro bölümü öğretim üyesi Süreyya Karacabey, “Brecht Tiyatrosunda Klasiklerin Yeniden Yorumlanması” konulu sunumu gerçekleştirdi. Brecht’in tiyatro anlayışında Aristocu olmayan tiyatro biçiminin benimsendiğini hatırlatan Karacabey, Aristo’nun ideal tiyatroyu tanımlamak için başvurduğu bir yazarın metninin Brecht tarafından olabilecek en az değişiklikle bu tiyatro anlayışına çekildiğine vurgu yaptı. Bu noktada Karacabey, Hölderlin’in Almanca’ya yaptığı çeviride de orjinal metinden kopuşlar olduğunun altını çizerek, Brecht’in metinde yaptığı önemli değişikliklerden birinin mitik karakterleri tarihselleştirmek olduğunu aktardı. Kardeşlerin savaşta birlikte ve aynı safta savaşması, ölen Eteokles’in ardından Polyneikes’in savaşmayı reddetmesi üzerinde Kreon tarafından vahşice öldürülmesi, Oedipus soyunun lanetinin kadere değil, tarihsel ve vahşi bir savaşa dayandırılması, Antigone’nin tiranı reddeden açık direnişi gibi radikal değişikliklerin de metinde ufak replik müdahaleleriyle kotarılmış olduğuna dikkat çekti.

Son olarak tiyatrocu Nedim Saban, “21. Yüzyıl Türkiyesi’nde Bir Antigone Yorumu” başlığı üzerinden Antigone’nin bu topraklardaki macerasına dair bir aktarımda bulundu. Kendi deneyim ve gözlemine dayanarak gerçekleştirdiği bu aktarımda Saban, Türkiye’de trajik metinlere genel yaklaşımı ve oyun çevirisi kültürünü de ele aldı.

Soru-cevap bölümünde öncelikle Nedim Saban’ın konuşması esnasında açılan çeviri tartışması bir süre daha devam etti. Buna göre tiyatroda ve prodüksiyonlarda çevirinin etkisi, çevirmenin rolü ve katkısı konusunda genel bir tartışma yapıldı. Bu tartışmanın anlamlı ve verimli olduğu, ancak atölyenin kapsamı itibariyle konu dışında kaldığı belirtilerek diğer sorulara geçildi.

Kendisine yöneltilen Teresias’ın oyundaki rolü ve tanrılar arasındaki metafiziksel çatışmayla ilişkisine dair soruya Dinçel, Teresias’ın tanrılar arasındaki çatışmayı açığa çıkaran ve Kreon için görünür kılan bir işlevi olduğu yanıtını verdi. Bu noktada metafiziksel boyutu destekleyen başka bir işlevin de ölüm ile yaşam arasındaki çizgi olduğunu belirten Dinçel, bu bağlamda incelenmesi gerekn bir karakterin de Ulak olduğu vurgusunu yaptı. Dinçel, Antigone kendini öldürerek yaşam ile ölüm arasındaki çizgiyi aşarken, Kreon’un ölme isteğinin reddedilmesiyle yaşam ve ölüm arasındaki sınırda kalmasının önemli bir unsur olduğunu vurgulayarak bunun Ulak aracılığıyla (“canlı cenaze”) dile getirildiğini belirtti.

Bir diğer soru ise Antigone’nin neden gömme edimini iki kez gerçekleştirdiği ve Anouilh ile Brecht’in bu olguyu neden korumayı tercih ettikleriydi. Bu noktada söz alan Fırat Güllü, Üç Kuruşluk Opera’da Sustalı Mack’in geneleve iki kez gitmesini örnek göstererek eylemin tesadüfi olmadığının, kararlılıkla gerçekleştirilen ve dolayısıyla süreklileşmiş bir eylem olduğunun vurgulandığını aktardı. Moderatör Sercan Gidişoğlu da Anouilh’in metninde Antigone’nin “beni serbest bırakırsanız ne yapacağımı biliyorsunuz” diyerek benzer bir edim ortaya koyduğunu ekledi.

Dinleyiciler arasından söz alan Burak Üzümkesici, üç metnin karşılaştırılmasında Sophokles’in orjinal metninden yola çıkarak hareket edilmesinin ve Antik Yunan’daki bağlamın anlaşılmasının gerekliliğini vurguladı. Giorgio Agamben’in toplama kampı imgesi ile yakınlığı nedeniyle metinlerin temel dramaturjik önermelerini ele alırken tanıklık, tanık olma konusunun da göz önünde bulundurulması gerektiğini belirtti. Michel Foucault’nun aktardığı sınama hukukundan soruşturma hukukuna geçişin gerçekleştiği dönemde yaşamış bir yazar olan Sophokes’in oyunlarında bilgi akışının önemli olduğunu ekledi. Buna göre Foucault Kral Oedipus’un Sfenks’in sorusunu bilerek başa gelen Bilge Kral olduğunu, oyun boyunca da tanrılardan kast sisteminde en altta yer alan çobana kadar inen bir bilgi akışı olduğunu aktarmaktadır. Üzümkesici, bunu bir adım öteye götürerek Antigone için de tam tersinin söylenebileceğinin altını çizdi. Buna göre Antigone’de de en alt tabakadan başlayıp tanrıları temsil eden Teresias’a kadar yükselen bir bilgi akışı vardır ve Kreon, Cahil Kral olarak soy yoluyla başa gelmiştir.

Bir başka tartışma ise oyunun yazıldığı toplumsal bağlam üzerine yapılmıştır. Oyunun yazıldığı dönemde Perikles’in arkhonluğunu yaptığı bir demokratik işleyiş egemendi. Ancak kimi tarihsel yazılarda, örneğin Thukydides’de, bu dönemde sözde demokrasinin olduğu da vurgulanmaktadır. Zira İÖ 461’de arkhon olan Perikles, reformist bir iktidar yaratmış ve kendisine karşı çıkan gelenekçi muhalifleri İÖ 444’de alt ederek diktatörlüğünü ilan etmiştir. Bu bağlamda Antigone’nin geleneği savunurken Kreon’un geleneği hiçe sayarak yasaları değiştirmeye çalışmasının toplumsal bir zemini olduğu fikri ayrı bir yorum olarak değerlendirilebilir.

İkinci Gün: Antigone “canlanıyor”

İkinci gün uygulama çalışmasına önce Sophokles’in, Anouilh’nin ve Brecht’in metinlerine dair kısa bir aktarım ile başlandı. Aktarımları Volkan Mantu, Burak Üzümkesici ve Burç İdem Dinçel (Sophokles), Sercan Gidişoğlu (Anouilh) ve Fırat Güllü (Brecht) gerçekleştirdi.

Sunumun ardından orjinal metnin 446-525 satırları arasındaki, demek Antigone ile Kreon’un yalnız kaldıkları ve tartıştıkları bölümün düz okuması yapıldı. Okumanın üzerine söz konusu parçanın üst sözünün ne olabileceği üzerine tartışıldı. İlk anda geliştirilen öneri, “Kreon, Antigone’yi gömme edimini gerçekleştirerek suç işlemekle itham eder. Antigone onun hükmünü meşru görmez ve eylemini savunur.” oldu.

Ardından oyun kesidinin alt olaylarının, demek vukuatlarının incelenmesine geçildi. Bu aşamada farklı önerilerin gelmesi üzerine vukuatların belirlenmesinde dikkat edilecek ana unsur olan fiziksel aksiyonlar üzerinde duruldu. Buna göre bu kesit, iki ana olaydan oluşmaktadır: 446-495 satırlar arasında Antigone’nin eyleminin nedenlerini açıklamasına Kreon’un verdiği yanıt/tepki ve 496-525 satırlar arasında Antigone’nin Kreon’u yönetim anlayışı nedeniyle suçlaması ve Kreon’un da bu suçlamayı inkarı.

Söz konusu analizlerin tamamlanmasıyla birlikte ikişer kişiden mütevellit dört ekip oluşturuldu. Bu ekipler, iki ana olayı iki farklı verili durumla yorumlamaya çalıştılar.

Birinci olayı çalışan Mehmet Esatoğlu (Tiyatro Simurg) ve Özgür Işık (Taşkışla Sahnesi), Kreon’un ana motivasyonunun Antigone’nin eylemi gerçekleştirme nedenini keşfetmek olduğu bir yorum üzerinde çalıştılar. Aynı olay bir de Öykü Gürpınar (Atölye) ve Burak Acıl (Atölye) tarafından sorgulama konsepti çerçevesinde yorumlandı. Bu yorumlar üzerine yapılan değerlendirmede Antigone’nin tavrının iki yorumda da benzer olduğu, dik başlı ve eyleminin arkasında duran bir imge çizdiği konuşuldu. Bir öneri, sorgulama konsepti bağlamında Kreon’un tavrını beslemek açısından tartışma öncesine sessiz bir bekleyiş koymak oldu. Bu öneri doğrultusunda yeniden bir uygulama yapıldı ve sahne üstünde bekleyiş canlandırıldı. Bu gösterimin gerilimi ve sorgulama imgesini beslediğinde ortaklaşıldı; bununla birlikte Antigone’nin bekleyişten tedirgin olduğunu daha az göstererek kararlı duruşunu koruması önerisi getirildi. Bu önerinin sorgulamayı takip eden çatışma imgesini kuvvetlendireceği düşünüldü. Dolayısıyla bir uygulama da bu bağlamda gerçekleştirildi. Neticede çıkan sonucun dramaturji etkinliği açısından tartışılacak malzemeyi sağladığı ve böyle bir malzeme üzerinden masabaşına bağlı kalmadan da dramaturji tartışmalarının yapılabileceği tespit edildi.

İkinci olay da Koro’ya/seyirciye yönelik açık biçim ile dördüncü duvarın devreye girdiği kapalı biçim olmak üzere iki zıt oyunculuk tercihiyle yorumlandı. Açık biçim yorumu gerçekleştiren Nihan Acar (Atölye) ve Öner Gündoğdu (Taşkışla Sahnesi) dertlerini Koro’ya anlatarak kendilerine saf toplamaya çalışan Kreon ve Antigone yorumu çizerken, kapalı biçimde Burak Üzümkesici (Atölye) ve Aysel Yıldırım (Tiyatro Boğaziçi) yalnız kalan Kreon ve Antigone’nin tamamen birbirlerine yöneldikleri bir çatışmayı gösterdi. İki gösterim arasındaki farkın belirgin olduğu, kapalı biçimde seyirciyi unutan rol kişilerinin çatışmayı güçlendirdiği ve oyuncuları da beslediği değerlendirmesi yapıldı. Bu noktada kapalı biçim tercih edilen yorumun açık biçime çevrilerek tekrarlanması önerildi. Gösterimin ardından kapalı biçimden tam kopamayan Kreon ile tamamen seyirciye yönelen Antigone arasındaki ilişkinin tamamen değiştiği ve Antigone’nin Kreon’dan üstün bir konuma geldiği gözlemi paylaşıldı. Bu yorumda Antigone’nin yasanın dilinden konuşan Kreon’un aksine kendine has ve özel bir dille konuştuğu, bunun da dramaturjik bir çerçevenin sahneye aktarılmasına önemli bir örnek teşkil ettiği değerlendirmesi yapıldı.

Atölye bu noktada tamamlandı. Vakit yetersiziği nedeniyle Anouilh ve Brecht’in metinlerinde benzer bir çalışma yürütülemedi.

Dramaturji ve Atölye: Bir Değerlendirme

Antigone’nin orjinal metni ile çağdaş iki yorumunun ele alındığı ve dramaturji etkinliğinin sahneye yedirilmesine dair bir uygulamanın gerçekleştirildiği atölyenin genel olarak verimli geçtiği söylenebilir. Zamanın yetersizliği ve belirlenen konunun genişliği nedeniyle uygulama ayağı ile teorik aktarımlar arasında kurulan ilişkinin nispeten zayıf kaldığı söylenebilir. Bu noktada atölyenin başlığının üç Antigone metni olmasının çok geniş bir alan içinde yüzmeye neden olduğu ve iki gün gibi kısa bir sürede bu geniş alana dair sadece ufak – ve sığ – bir fikir elde edilebileceği göz önünde bulundurulursa daha spesifik bir başlığın tercih edilmesi düşünülebilirdi. Anouilh ve Brecht metinlerinin uygulamaya taşınamamış olması da bir kayıp olarak değerlendirilebilir. Bununla birlikte asgari düzeyde hedeflenen dramaturji etkinliğini masabaşı tartışmalarından kurtarmanın bir yolunu katılımcılara aktarmaksa atölye bunu başarmıştır denilebilir. Ayrıca etkinliğin İstanbul’da tiyatro faaliyeti sürdüren topluluklar arasındaki tiyatral dayanışmaya örnek teşkil etmesi açısından önemli bir yerde durduğunu da vurgulamak gerekiyor.