Üniversite Tiyatrolarının Kurtuluşu Özelleştirmede mi Yatıyor?

Fırat Güllü (09.04.2010)

Üniversite öğrenciliğine başladığım 80’li yılların sonunda muhalif öğrenci kesimi içerisinde en çok önemsenen konuların başında üniversitelerin özelleştirilmesi meselesi gelirdi. Aşamalı olarak artan harç ücretleri, okul uzatan öğrencilerin burslarının kesilmesi ile cezalandırılmaları, ara çözüm olarak devlet üniversitesinden vakıf üniversitesine geçiş planlarının yapılması vs... gibi gündemler politik öğrenci gruplarının gündeminden hiç eksik olmazdı. Bu tartışmalar sürdü durdu, be esnada belki eski ve köklü üniversiteler özelleştirilemedi ama aradan geçen yaklaşık yirmi yıllık zaman diliminde pek çok özel üniversite hizmete girdi. Kimisi vakıf, kimisi de patron okulu olan bu üniversiteler başlangıçta gerek eğitim kalitesi, gerekse donanım olarak köklü devlet okullarının oldukça gerisindeydiler. Hala da çok önünde oldukları ya da fark attıkları düşünülemez ama ilerleyen yıllarla birlikte bazılarının, özellikle kamu üniversitelerinden çektikleri nitelikli insan kaynağını maddi olanaklarla da bütünleştirerek en azından bir çok köklü devlet üniversitesi ile yarışacak hale geldiklerini söylemek yanlış olmaz. Bu gişattan yola çıkarak bir sonraki aşamada özellikle nitelikli öğrencilere burs olanakları sağlayarak Boğaziçi, İTÜ, ODTÜ, İstanbul, Ege gibi köklü devlet üniversitelerini her açıdan geri bırakacakları günlerin de geleceğini görmek çok zor değil. Bu durumdan sadece maddi ve manevi açıdan kendi durumunu düzeltmek amacıyla özel üniversitelere geçiş yapan öğretim görevlililerini sorumlu tutamayacağımız gibi bireysel başarısını daha iyi koşullarda okumak için bir ayrıcalığa dönüştürmek isteyen öğrencileri de suçlayamayız. Sorun çok daha derin ve karmaşık bir yerlerde gizli.

Yukarıdaki analizimizi derinleştirmek için tiyatro alanını daha ayrıntılı ele alalım. 12 Eylül öncesinde ve hemen sonrasında Türkiye’de deneysel ve araştırmacı tiyatro alanının alternatifsiz odağı üniversite tiyatroları ya da onların oluşturduğu yapılardan doğan tiyatrolardı. Boğaziçi, İTÜ, ODTÜ, İstanbul ve Ege gibi köklü üniversitelerin son 25 yılda Türkiye tiyatrosuna yaptığı katkılara bakıldığında ne demek istediğimiz kolayca anlaşılacaktır. Başlangıçta –yukarıdaki analizimizle uyumlu bir biçimde- 90’lı yıllarla beraber gündeme gelmeye başlayan özel üniversite furyası bu alanda çok ciddi gelişmelere damga vuramamış gibi görünmekteydi. Ama 2000’li yıllarla birlikte Bilgi, Koç, Kadir Has, Haliç, Sabancı gibi üniversiteler artık sadece akademik programları ve personeli değil, kampüs içi sosyal aktiviteleri ve onun bir parçası olarak da tiyatro kulüplerini de önemseyen ve öne çıkaran bir politika uygulamaya başladılar. Özel üniversitelerin tiyatro kulüpleri iddialı prodüksiyonlar çıkarmaya, festivaller ya da tiyatro şenlikleri düzenlemeye başladılar.

Peki özel üniversitelerde bu gelişmeler olurken Türkiye deneysel tiyatrosunun beşiği olan devlet üniversitelerindedurum nasıl seyretti? Bu üniversiteler ile bağlantısı olan herkes bilir ki en köklü olanlar dahi son dönemde mutlaka bir kaç kez yönetimlerin anti-demokratik ve baskıcı tavrına toslamışlardır. Yaşanan sorunların bazıları kimi toplulukların tiyatro yapma hakkının elinden alınması düzeyine kadar varabilmiştir. Bazı topluluklar da çok ciddi bir örgütlülük ve mücadele sergileyerek yıllar içerisinde dişleri ve tırnaklarıyla kazıyarak elde ettikleri hakları korumayı başarabilmişlerdir. İşte İTÜ Taşkışla Sahnesi’nin başına gelen son olaylar, devlet üniversitelerinde yaşanan bu türden sorunlara yeni ve tatsız bir örnek olmaktan öteye gidemiyor maalesef. İTÜ Taşkışla Sahnesi, 2007 yılında tamamen Mimarlık Fakültesi öğrencilerinden oluşan bir grubun öz çabasıyla ortaya çıkmış bir topluluk. Aradan geçen yıllar içerisinde yine tamamen öğrencilerin gece gündüz demeden sergiledikleri emek ve gönüllü çaba onları kalıcı hale getirdi ve kısmen okullaşmalarını sağladı. Üniversite tiyatrolarının genel düzeyi düşünüldüğünde oldukça deneysel ve kalburüstü olarak nitelenebilecek çalışmalar yürüttüler. Ve tabii ki bu ısrarlı tavırları sonunda okul yönetimine toslamalarına neden oldu. Son günlerde özellikle medya ve sanat endüstrisinin ilgi alanı haline gelen ve adından yola çıkılarak öğrencilerin derse girip çıktığı, sonra da çekip gitti “taştan” bir kampüse dönüştürülmek istenen üniversite binalarını, yaşayan ve öğrencilerin de parçası olduğu bir “okul”a dönüştürmek istemeleri okul yönetimini oldukça rahatsız etmiş olacak ki geçtiğimiz yıllarda kendilerine tanınan bir olanaktan mahrum bırakıldılar: 127 nolu konferans salonuna sadece oyun çalışmaları sırasında ilave edilen ve daha sonra kaldırılan portatif platformun bundan sonra kullanılamayacağı yönetim tarafından kendilerine iletilmiş. Gerekçeler çok çeşitli: konferans için kiralandı, reklam-dizi-film çekimi var ve elbette tadilat var. Bu kampüste anlaşılan sadece öğrencilerin yaptığı tiyatro etkinliğine yer yok. Belki de üçe üç metrelik ufak bir platform okuldaki eğitim etkinlikleri için büyük bir engel oluşturuyordur.

Şimdi bu noktadan yola çıkıp “İskender Palalaşmak” pahasına “özelleştirelim üniversiteleri, bari okul tiyatroları kurtulsun” demek de var ama elbette ki bunu yapmayacağız. Sonuçta biliyoruz ki 21. yüzyılda bile hala modern eğitimin gereklerinden haberdar olmayan despotik bürokrat yöneticilerin katlettiği bir üniversite anlayışının alternatifi, müşteri bilinçliliğiyle ödediği paranın karşılığında kaliteli hizmet almayı talep eden öğrencilerin merkezinde olduğu bir yapı olamaz. Olması gereken toplumsal hayatın her alanını olduğu gibi üniversiteleri ve onların yöneticilerini de yozlaştıran 12 Eylül sisteminin değiştirilmesi, üniversitelerin özerk ve öğrencilerin yönetime katıldığı demokratik yapılara dönüştürülmesi. Bu gerçekleştirildiğinde hiçbir öğrenci temsicisinin yönetim düzeyinde kendi arkadaşlarının emeğiyle yapılan bir tiyatro etkinliğini kampüsten kapı dışarı edilmesine onay vereceğine ihtimal vermiyorum. Eğer bu gerçekleşirse belki de onun yerine üniversite yönetmeyi şirket yönetmek sanan dar kafalı yöneticilerin bavullarını toplama zamanları gelecektir.

İTÜ Taşkışla Sahnesi oyuncularına yıllara yayılan sistemli bir mücadeleyle elde ettikleri hakları kaybetmeme yolunda her türlü desteği vermek onurlu her tiyatrocunun boynunun borcudur.

(Yazının alındığı siteye yönlendirilmek için başlığa tıklayınız.)